İsa'yı Anlamak; "Tanrı'nın Krallığı" fikri, Roma'nın ve Yahudi Meclisi'nin otoritesine bir meydan okuma mıydı ?
İsa'yı Anlamak; "Tanrı'nın Krallığı" fikri, Roma'nın ve Yahudi Meclisi'nin otoritesine bir meydan okuma mıydı ?
GİRİŞ:
O dönemlerde; pagan ve politeist (çok tanrılı) inanç sistemlerinin ve inanışlarının benimsendiği Roma kültüründe Yahudiler, kendilerine özgü sahip oldukları sosyal ve dini değerleriyle bir azınlık-diaspora olarak yaşamaktaydı. Sosyo-Ekonomik açıdan iyi durumda olan Yahudiler -ki bu grubun başında Sanhedrin (Yahudi Meclisi) üyeleri geliyor- dönemin siyasi yönetimi ile iyi ilişkiler içerisindeydi. Yahudiler, diğer taraftan, kısmi bir özerkliğe ve çeşitli ayrıcalıklara da sahipti. Örneğin; kurmuş oldukları Yahudiler Meclisi'ni tam bağımsız ve özgür bir şekilde olmasa da, yönetebilmekteydiler... Bu kurul ve kurul lideri Başkahin, dini tüm konularda karar verme, Tanrı'nın hükümlerini uygulama ve tapınak sınırları içerisinde olmak koşuluyla, insanları alı koyma ve tutuklama yetkisine bile sahipti.
Sanhedrin üyeleri gibi üst tebaa/sınıfta bulunan Yahudiler, Romalı bazı gruplardan bile sosyo-ekonomik açıdan daha iyi durumdaydı. Merkezi/Siyasi otorite (Roma Devleti) Yahudilere, dini değerlerini ve inançlarını -kısmi bir özgürlük içerisinde- yaşamalarına müsaade ediyor, kurban kesmek gibi dini ritüel ve ayinlerini tatbik etmelerine izin veriyordu. O dönemde Politeist ve Pagan (çok tanrılı) inanç sistemine sahip olan Roma Devleti'nde, imparatora dini bir ayin veya törenle tapmak, hürmet ve saygı göstermek, bir Roma geleneğiydi. Fakat Yahudiler, bu sorumluluktan yine kısmi olarak muaf tutulmuştu. Bu konuda Yahudilerin (Kudüs halkının) tek bir ilahi sorumluğu vardı, o da, imparator adına ve onun sağlığı için, günde iki kez 1 adet boğa ve 2 adet kuzu adamaktı; Yani her gün, Roma İmparatoru için, 2 adet boğa ve 4 adet kuzu kurban ediyorlardı.
O dönemde ''alt sınıf'' olarak değerlendirebileceğimiz kesimde bulunan kırsal bölgelerdeki çiftçi ve köylü Yahudilerin sosyo-ekonomik durumu, Roma yönetimi altında her geçen gün kötüye gitmekteydi. Ayrıca, Roma hükümranlığı altında yaşanan hızlı kentleşme, kırsal bölgelerden merkezlere olan göç dalgalarını da beraberinde getirmekteydi. Yahudiler, Sanhedrin'e (Yahudiler Meclisi) ve Roma maliyesine yüksek oranlarda bir vergi vermekle de yükümlüydü. Çiftçiler için bu ödemenin toplamı, yıllık gelirlerinin neredeyse yarısıydı. O dönemde yaşanan kıtlık ve alt sınıf Yahudilerin büyük bir kısmının, gerek Roma iktidarı gerek Sanhedrin tarafından zorlu yaşam koşullarına maruz bırakılması ve köleleştirilmesi; toprakların atıl kalmasına, ekilip biçilememesine ve ziyan olmasına neden oluyordu.
Merkezlere göç etmeyip topraklarının başında kalmak isteyen çiftçi ve köylüler, iklim koşullarından ötürü toprağını işleyemediğinden, arazi sahibi de olan diğer varlıklı sınıf Yahudi aristokratlardan -yüksek faizli- borç almak durumundaydı. Borcunu geri ödeyemeyen kişilerin arazisine ve toprağına el koyuluyor ve bu kimseler, daha önce sahibi olduğu toprağın kiracısı ve işçisi durumuna düşüyordu. Kudüs'ün, Roma İmparatorluğu egemenliği altında bulunduğu o yıllarda alt tebaa Yahudileri, zaman geçtikçe daha sıkıntılı bir hale gark ve düçar olmuş, temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak bir duruma gelmişlerdi. Bu köylülerin çoğu iş bulmak için şehirlere göç etti.
Fakat Celile bölgesinde bulunan bazı gruplar; toprak, mahsül ve diğer mal varlıklarını takas ekonomisi modeliyle kesici ve delici askeri eşya ve teçhizat alımı için sattı. Uzun yıllar sosyo-ekonomik açıdan zor koşullar altında yaşamaya itilen bu tür bazı Yahudi gruplar, dönemin siyasi yönetimine ve üst tebaa Yahudi kesimine yönelik militer ve özgürlükçü bir tutum içerisinde savaşkan bir politika izlemeye başladılar. Hatta bu köylü savaşçılar, Celile kırsalında saklandıkları mağaralar ve yer altı evlerinden Yahudi aristokratlara ve Romalı görevlilere saldırılar bile düzenlemeye başladılar. Bu gruplar, şehirlerden geçerken zor durumda olan, malını-mülkünü kaybetmiş ve borç batağında yüzen insanları da kendi saflarına katılmaya davet ediyordu. Yahudiler arasında filizlenen, gelişen ve büyüyen bu hareket, Roma Devleti'nin zorbalığına karşı başlatılan siyasi bir yapı ve organizasyon halini aldı. Romalılar onlara ''Lestai'' diyordu; Haydutlar... Lestai ifadesi, asi gruplar için kullanılmaktaydı.
Sosyo-politik saiklerle ortaya çıkan bu yapılanmanın, Emmaus, Beyt-horon ve Beytüllahim gibi yoksul köylerde ikamet eden insanlar tarafından organize edildiği ifade edilmekte. ''Haydutlar'' grubuna liderlik eden etkili isimlerden biri, Hezekiah idi. Hezekiah, açıkça Mesih olduğunu ve aynı zamanda, Yahudileri zafere ulaştıracağı beklenen kişi olduğunu da beyan ve ilan ettiği kaynaklarda zikrediliyor. ''Mesih'' sözcüğünün anlamına baktığımızda; bu sözcük ''(kutsal) yağ ile mesh edilmiş/kutsanmış olan, kurtarıcı...'' anlamına gelmekle birlikte; kelimenin kökü İbranice, ''ha-Mashi'ah'' kelimesine dayanmaktadır. Bu sözcüğün Batı dillerindeki karşılığı ise, Christos, Khrist ve Christ... şeklinde karşımıza çıkıyor. Böylece, ''Mesih'' kelimesi, Avrupa dillerinde Christ sözcüğüne karşılık gelirken, ''Mesihçilik'' ifadesi ise ''Christian'' olarak karşılık buluyor. Mesih, Christ ve Christian sözcükleri ayrıca, Türkçede de ''Hristiyan (lık)'' olarak ifade edilmekte. Yahudi inancına göre; Kral Davut'un soyundan olacağına inanılan Mesih'in başlıca görevi, Davut'un krallığını yeniden kurmak ve İsrail ulusunu yeniden oluşturmak ve ihya etmekti.
Burada ek bir parantez açmak istiyorum: Günümüze baktığımızda; İsrail devleti adı altında kurulmuş olan ve siyasi varlığını 1948'den bu yana devam ettiren bir millet, yer yüzünde zaten bulunmakta. Hal, durum ve vaziyet bu iken, devlet kurmak için Davut soyundan gelecek bir Mesih'e, Yahudi dünyasında herhalde artık ihtiyaç duyulmuyor olsa gerek. (?!) Günümüz için herhangi bir anlam ve değer ihtiva etmeyen ve akli/mantıki bir tarafı da bulunmayan bu bekleyişin ve inanışın, ortaya çıktığı sosyo-dini iklimin dinamikleri ve özellikleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ve bu şekilde daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bu tür kurtarıcı, kurucu, yönetici veya ihya edici dini figürlerin mahiyetini anlamak için takip etmemiz gereken izge ve metod, bilimsel/tarihsel/konjonktürel olmalı, kanısındayım. Aynı metodolojinin, İslam kültürü ve yazın dünyasındaki 'Mehdi' figürü için de uygulanması gerektiğini düşünüyorum.
Kaldığımız yerden devam edelim... O dönemde 'Mesih' olduğunu ilan etmek, Roma'ya savaş açmak anlamına geliyordu. Günümüzdeki askeri terminolojiyle ifade edecek olursak; adeta paralı asker fonksiyonu güden bazı silahlı gruplar, Roma Devleti tarafından Yahudilere karşı sahaya sürüldü. Akabinde, Haydutlar grubunun -yukarıda da adı geçen- lideri, Hezekiah vahşice katledildi. Bu katliamın uygulayıcısı, Roma'nın göreve getirdiği ve Romalılarca 'Yahudilerin kralı' olarak gösterilen Hirodes idi. Hirodes'in yönetimi, barbarlık ve vahşetle dolu kıpkırmızı-kanlı-acımasız bir yönetimdi. Roma tarafından göreve getirilmesinden sonra, Sanhedrin (Yahudiler Meclisi) üyelerinin neredeyse tamamını katletti. Kaynaklar, Hirodes'in kendi ailesinden de bir çok kişiyi idam ettirdiğini, ayrıca ifade ediyor.
İSA'NIN TARİHSEL KİMLİĞİ:
Nasıralı İsa hakkında dile getirilen ve öne sürülen teorilerden bir tanesi, onun, M.S. 1.yy'da, Filistin topraklarında popüler olmuş bir Yahudi hareketinin/örgütünün lideri olan bir Yahudi olduğu yönündedir. İlerleyen zamanlarda siyasi bir yapılanma haline de gelen bu cemaatin ve gerçekleştirdikleri isyanların, Roma Devleti tarafından kanlı bir şekilde bastırıldığını; cemaat lideri, İsa'nın da -vatan haini suçlamasıyla çarmıha gerilerek- öldürüldüğünü öne süren bir yaklaşım...
MARANGOZ İSA'NIN PSİKO-SOSYAL TAHLİLİ:
İsa'nın, aynı zamanda baba mesleği olan marangozluk yaparak geçimini sürdürmüş olabileceği yönündeki bilgilere de, kaynaklarda rastlamaktayız. Konuya dair, Reza Aslan'ın, ''Zelot'' isimli kitabında yapmış olduğu psiko-sosyal İsa tahlilinin, dikkate değer olduğunu düşünüyorum. Kendisinin ifadeleri şöyle:
''Haftanın 6 günü, gün doğumundan gün batımına kadar, İsa gün boyunca bu saltanat şehrinde zorluklar içinde çalışmış, Yahudi aristokrasisi (Üst tebaa-Varlıklı kesim) için görkemli binalar inşa etmiş ve gece de, çamurları dökülen, tuğladan yapılma evine dönmüş olmalı. Akıl almaz bir zenginliğe sahip olanlarla borç içindeki yoksullar arasındaki uçurumun hızla büyüdüğüne bizzat şahit olmuş olmalı. Şehrin Helenleşmiş (Yunan kültürü etkisi altındaki) ve Romalılaşmış nüfusuyla, Roma imparatoruna ibadet etmeye, Evren'in Rab'bine dua etmeye harcadıkları kadar zaman harcayan; zengin ve şımarık Yahudilerle iç içe geçmiş (yaşamış) olmalı. Celileli Yahuda'nın kahramanlıklarını da kesinlikle biliyor olmalı.''
Celileli Yahuda ismine bir parantez açalım: Kendisi, önceki bölümlerde zikrettiğimiz Hezekiah gibi, Yahudiler içinde, İsa'dan önceki dönemlerde kitleleri peşinden sürükleyebilecek vasıf ve nitelikleri haiz siyasi figür ve liderlerden, yani Mesih'lerden biriydi; ileride İsa'nın da olacağı gibi...
''Celileli Yahuda'nın ve başardıklarının anısı, Seforis'te (Celileli Yahuda'nın yerlisi olduğu bir bölge) ağır işlerde çalışanlar ve hiçbir varlığı olmayanların ve tabi ki, tıpkı İsa gibi, her gününü yeni bir asil Yahudi için, yeni bir köşk yapmakla geçirenlerin düşüncelerinde, hala canlıydı.'' (Kaynak: Reza Aslan / Zelot / Nasıralı İsa'nın Hayatı ve Dönemi)
İSA SAHNEYE ÇIKIYOR:
Roma valisi, Pontius Pilatus, Kudüs'e memur edildikten sonra, Kudüs'de yeni vaizler, peygamberler, haydutlar ve kurtarıcılar tekrar ortaya çıkmıştı. Bu gruplar, bağımsız olma isteği ve arzusuyla taraftar topluyor ve Tanrı'nın krallığını kurmaları gerektiği konusunda insanlara vaazlar veriyorlardı. M.S. 28 yılı, aynı zamanda, Yahya adındaki münzevi bir vaizin, insanları Şeria ırmağında vaftiz etmeye başladığı yıldı. Vaftizci Yahya'nın insanlar üzerindeki manevi etkisi, Roma'nın dikkatinden kaçmadı ve Roma, kanlı tarihin tekerrür etmesini istemediğinden ve Yahya liderliğinde olası bir ayaklanma ve isyan hareketinin önünü kesmek için Yahya'yı tutukladı ve M.S. 30 yılında vahşice idam etti.
Kaynaklar, konuyla ilgili olarak çelişkili bir bilgi de vermekte, şöyle ki; Yahya'nın M.S. 28'de tarih sahnesine çıktığı ve vaftiz ritüeline başladığı; sonra da hapse atıldığı zikrediliyor. Hapse atan kişinin, Yahudilerin yönetiminden sorumlu, Hirodes olduğu ifade edilmekte. Fakat Hirodes'in, M.S. 6 yılında öldüğü yönünde bilgiler de var (?)
Yahya'nın ölümünden bir kaç yıl sonra ise; İsa adında Nasıralı bir marangozun, toplamış olduğu destekçileriyle Kudüs'e girdiği, Tapınak'a saldırdığı, Tapınak önünde ticari faaliyetlerde bulunan kişilerin tezgahlarını devirdiği ve Roma imparatoru için kesilecek kurbanlık hayvanları, bulundukları kafeslerden çıkarttığı ve nihayetinde onun da akıbetinin selefleri (önceki Mesihler) gibi olduğu ve yakalanıp idam edildiği, kaynaklarda ifade edilmekte. İsa'nın ölümünden 3 yıl sonra, M.S. 33'te, ''Samiriyeli'' adında; M.S. 44'te Tevdas adında; M.S. 46'da ise Yakup ve Simun adında (Celileli Yahuda'nın çocukları) başka Mesih'lerin/kurtarıcıların da çıktığını, ayrıca zikrediyor kaynaklar.
İSA'NIN VİZYONUNU ORTADAN KALDIRMA GİRİŞİMİ:
İsa'dan sonra yazılan İncillere ve diğer Hristiyan kutsal metinlerine bakıldığında, İsa'nın pasif, antimilitarist ve hümanist bir görüntü çizdiği görülür. Yahudilerin, tarih boyunca bir çok defa, dönemin siyasi iktidarına karşı isyana kalkıştığı biliniyor. Bu isyanlar ve ayaklanmalar, gerek İsa döneminde, gerek İsa'dan sonraki dönemde de devam etti. M.S 66'da Yahudilerin, Roma'ya karşı olan ayaklanmaları bunlardan biridir. O dönemde, kalkıştıkları bu isyanda, emellerine de ulaşan Yahudiler, 4 yıl kadar kutsal toprakların hükümranlığını ve egemenliğini elinde tuttu; Ta ki M.S. 70 yılında Roma, çok kanlı bir şekilde bölgeyi tekrar ele geçirene kadar... İşgal sırasında Romalılar, yollarına çıkan herkesi katlediyor, böylece Tapınak Dağı'nda ceset yığınları oluşuyor, sokaklardan kıp-kırmızı kan nehirleri akıyordu. Katliam sona erdiğinde, askerler Tapınak Dağı'nı ateşe verdiler. Her şey yandı, on binlerce Yahudi katledildi, geriye kalanlar zincirlere vurularak şehrin dışına sürgün edildi.
Uzun yıllar boyunca devam eden Roma-Yahudi savaşları ve yapılan katliamlar, her iki taraf için (özellikle Roma Devleti için) artık yeni bir sosyo-dini paradigmanın, dönemin ve iklimin tesis edilmesi gerektiği ihtiyacını gündeme getirdi. Dönemin siyasi gücü açısından durumu değerlendirdiğimizde; yıllardır süregelen bu isyanların ve savaşların, Roma Devleti'nin otoritesini zayıflattığını ve zarar verdiğini söylemek mümkün. Potansiyel bir tehdit durumunda olan Yahudilerin varlığı, istekleri, talepleri ve eylemleri, Roma Devleti'ni sürekli diken üstünde tutmakla beraber; psikolojik olarak da belki, tüketmiş ve yıpratmıştı... Bu riski, tehdidi ve huzursuzluğu ortadan kaldırmak için; İsa'nın takipçilerinin, bulundukları eylemlerde motivasyon kaynağı olarak gördüğü dini değerlerin ve ilkelerin Roma Devleti'nin ve siyasetinin lehine değiştirilmesi-dönüştürülmesi girişimi ve projesi, iktidarın da desteğiyle seferberlik düzeyinde uygulamaya koyulmuş olabilir.
Bu projenin liderliğini ve koordinatörlüğünü yapacak olan kişinin de, şüphesiz ve en isabetli bir tahminle, Pavlus olması gerekir; ve onun destekçileri tabi ki... İsa'dan sonra (M.S.) 50'li yıllarda, Pavlus'un, siyasi-fantastik-mitik unsur ve motiflerle oluşturulmuş dini doktrinini ve sistemini anlattığı mektuplarıyla başlayan bu ilahi yazın seferberliği, furyası ve trafiği, M.S. 60-100 yılları arasında yazılan Matta, Markos, Luka ve Yuhanna incilleri ile devam etti. Dolayısıyla; Pavlus'un, sadece buz dağının görünen kısmı olduğu bu yeni dini yapılanmada, arka plandaki siyasi iktidarın bu sürece etkisini de görmezden gelmemek gerekir. Çünkü Roma için aktif, idealist ve Guguk Kuşu filmindeki Mac Murphy karakteri gibi sivri, özgür ve bağımsız bir İsa değil; etliğe-sütlüğe karışmayan, pasif, hümanist, bilge, kendi halinde olan ve dolayısıyla böylece risk ve tehdit de oluşturmayan bir İsa figürü daha makul olmalıydı.
İSA'NIN SİYASİ BAĞLANTILARI
Kaynaklara göre; İsa'nın takipçileri ve destekçileri sadece on iki havarisinden ibaret değildi. Hatta İsa, dönemin siyasi gücü ve iktidarı olan Roma Devleti içerisinde, devlet kadrolarında da destekçi bulabilmişti. Bu insanlardan biri, bulunduğu pozisyon gereği siyasi bağlantıları da olan Yusuf'tur. Yusuf aynı zamanda Sanhedrin (Yahudi Meclisi - Mabed Yüksek Kurulu) üyesiydi. Yahudilerin yönetiminde olan bu kurulun, Roma Devleti'yle ilişkilerinin olduğu da biliniyor; çünkü Başkahin, siyasi bir figürdü ve Romalıların bir memuruydu aynı zamanda... İsa, tutuklanıp Yahudiye (Filistin'in güney bölgeleri) valisi, Pontius Pilatus'un huzuruna getirildiğinde, bu tutuklamaya ve idam cezasına karşı çıkanlardan biri de Yusuf'tu. Kaynaklara göre, bu tutuklamaya karşı çıkan kişilerden biri de, vali, Pilatus'un karısıdır. Pilatus'un karısının, İsa'yı serbest bırakması için Pilatus'a haber yolladığı belirtilmekte.
Dolayısıyla, mevcut kaynaklar referans alındığında, gerçekleştirilen infazın, Sanhedrin'in (Yahudiler Meclisi'nin) siyasi otoriteye yönelik baskıları sonucu tatbik edildiği sonucuna varmak mümkün. Her ne kadar, Sanhedrin'in bir üyesi olsa da, Yusuf'un, bu infazı önlemede etkisiz kaldığını ve buna gücünün yetmediğini de anlıyoruz. Vali, Pilatus'un içinde bulunduğu psikolojiye dair de az çok zihnimizde fikir oluşuyor; şöyle ki; belki o da karısı gibi İsa'nın suçsuz olduğuna inanıyordu. Fakat Yahudilerce önüne sürülen bu idam talebini, belki siyasi nedenlerle, belki de can güvenliği sebebiyle onamak zorundaydı.
Yazımıza büyük ölçüde kaynaklık eden ve İranlı akademisyen, Reza Aslan'ın kaleme aldığı, 'Zelot' isimli kitabın bir bölümüyle sözlerimizi noktalayalım:
''Bu kitap, tarihteki İsa'yı, Hristiyanlıktan önceki İsa'yı; iki bin yıl önce Celile kırsalında dolaşmış, Tanrı'nın krallığını kurma hedefiyle, idealist bir hareket için yandaş toplamış, ancak Kudüs'e girişi ve Tapınak'a yaptığı gözükara saldırının ardından misyonu başarısız olmuş, Roma tarafından isyan suçuyla tutuklanıp idam edilmiş, siyasi bilince sahip bu devrimci Yahudi'yi, mümkün olduğu ölçüde yeniden ortaya çıkarma çabasıdır. Gerçek İsa'yı; taşlı Celile kırsalında M.Ö 4 ila M.S. 6 yılları arasında bir dönemde doğan yoksul bu Yahudi köylüsünü, Nasıra'nın rüzgarlı bir mezrasında; çamurları ve tuğlaları dökülen evlerde aramalısınız.''
Yorumlar
Yorum Gönder