Yeni Model Önerisi

Siyasi seçimlerin kazananı ve kaybedeni olmaz... Olmamalı... Bu tür siyasi tatlı rekabetlerin olduğu zamanlarda; "1 numara ve şampiyon olamadığı için" hiç kimse: "Ben küstüm, oynamıyorum" dememeli; Siyasi rakibi; ezeli ve ebedi dostuna karşı kin, nefret ve sevgisizlik beslememeli. Bu tür durum ve atmosferde; ülke ve toplum olarak son derece sakin, profesyonel ve mutedil kalabilmeliyiz. Bunu siyasi bir kültür ve sistem haline getirebilmeliyiz. Spordaki şiddet ve nefret dilini; fanatizm ve holiganizmi devlet işlerine karıştırmamalıyız. 


Siyasi seçimlerin bir bayram havasında geçmesini teklif ediyorum. Curcuna ve cümbüşün olmadığı; kimsenin kimseyi kırıp-üzmediği; aklî selimin ve sağ duyunun hakim olduğu bir siyasi/toplumsal iklim inşa edebiliriz, diye düşünüyorum. Vatandaş, hizmette bulunacak olan siyasilere, bağımsızlara ve kurmaylarına Türkiye Cumhuriyeti'ne ve bu devletin geleceğine hizmetlerde bulunmaları için görev ve yetki veriyor. 


Bu dönemlerde tek bir özne, kahraman ve başrol var... Tek bir kazanan var... o da Türkiye ve Türkiye'nin geleceği... Bu tür süreçleri daha ılımlı, sakin, idealist, rasyonel ve profesyonel bir şekilde toplum olarak yönetebilmeliyiz. Siyasi seçimler, bakkaldan çekirdek alır gibi yaşanmalı. Çekirdeği aldın, bitti, tamam... Hayat devam ediyor. Çekirdeğe daha fazla ayıracak ne zamanımız ne de enerjimiz olmalı. 


Seçimlerde uygulamak üzere yeni bir model ve sistem önerim var. Şöyle ki; yarışlarda ipi 1. Sırada göğüsleyen siyasi partilere, 2. Olmuş partilerle istişarede bulunma zorunluluğu getirelim. Böylece; hem taraflar arasında diyaloğu arttırmış, insani değerleri ve medeniyeti yaşatmış; hem de taraflara; birbirlerinin eksiğini görme, giderme, tamamlama ve fikir alış-verişinde bulunma (know-how) imkânı vermiş oluruz. Yani; kimsenin: "ben küstüm, oynamıyorum" demeyeceği, diyemeyeceği bir sistem... 


Bu modelde; konsensusu/uzlaşıyı sağlamak ve olası fikir ayrılıklarını/çatışmalarını gidermek için de "bilimsel düşünme" metodunu ve yöntemini öneriyorum. Ali Nesin, bir konuşmasında: "Siz hiç, kavga eden iki matematikçi gördünüz mü?" Demişti. Bu sözü konumuza uyarlayalım; konsensusu sağlamak için, geliştireceğimiz ortak dile bilimsel/aklî/insanî bir hüviyet kazandırabilirsek, parti ve kişiler arası oluşabilecek iletişim kazalarını ve anlaşmazlıkları da ortadan kaldırabiliriz, kanısındayım. Bunun için de, siyasi partiler ve liderleri, "bilim okur-yazarlığı" konusunda farkındalık kazanmalı ve yeni beceriler edinmelidir. Ellerini taşın altına koymalı, biraz acı çekmelidir. Saçları sim siyah ve hiç dökülmemiş olan siyasiler görüyorum ! Olmaz...! Siyasetçi ve politikacı dert sahibi olmalı. Ülkemi nasıl ihya edebilirim; namuslu, şerefli, ilkeli ve onurlu bir şekilde devletimi nasıl temsil edebilirim; bu konuda bana düşen görev ve sorumluluklar neler... Şeklinde gece-gündüz düşünmeli, kafa patlatmalıdır. 


Bir diğer önerim; siyasi seçimlerde oy veren sevgili vatandaşlarımız, hatalı ve yanlış kararlar da verebilir, ki bu durum son derece normaldir. Bu tür yanlış tasarruf ve kararlarda bulunmanın önüne geçmek için "yapay zekâ" teknolojisinin devreye sokulmasını öneriyorum. Yani; yönetime aday ilgili parti ve temsilcisinin donanımsal becerileri, iktidar sahibi olmaya veya mahallî anlamda görev ve sorumluluklar almaya ne kadar uygun ? Partilerin aday gösterdiği kişinin ve ekibinin/kurmaylarının sahip olduğu entelektüel, akademik ve duygusal istidatlar (meziyetler) tek tek, kalem kalem...Parametreler halinde söz konusu algoritmaya ve yazılıma girilir; kriterleri karşılayan grup Pazartesi iş başı yapar. ChatGPT gibi; sorsanız, çocukluk aşkınızı dahi bilecek, çok güçlü bir yazılımdan bahsediyorum. Her taşın altından çıkan Amerikalılardan neyimiz eksik ? Biz de böyle bir sistem geliştirebiliriz. Cemaatler bu işe bir kafa yorsunlar bakalım, evde Mehdi'yi bekleyerek olmuyor bu işler ! Hem böylece; o koca koca, padişah fermanı gibi oy pusulalarıyla vatandaşı da uğraştırmamış, yormamış oluruz, beyin bedava...


Siz hiç, zarfa girmemek için direten ve direnen bir oy pusulası gördünüz mü ? Ben gördüm. Bizzat bu hadiseyi dün sabah oy verirken yaşadım. Kabinde pusula ve zarfla adeta kavga ediyordum ! Onlar iki kişiydi ben tek...! Muhammed Ali'nin, 100 kiloluk George Foreman'a meydan okuması gibi, ikisi de zarfa girmemek için bana meydan okuyordu ! İlk roundu onlar kazanmıştı. İkinci roundda daha atak ve agresif dövüşmeye karar verdim. Aramızdaki inatlaşma o kadar alevlenmişti ki, oy kabini, sandık kurulunun gözleri önünde hop iniyor hop kalkıyordu. Hiç kimse kabinde neler olduğunu anlayamıyordu. Muhtar adaylarının yazılı olduğu kağıtlar boğazıma sarılmış, bazısı havada uçuşuyordu. Oy pusulalarından iki tanesi ise, ayaklarıma dolanmış, beni yerle yeksan etmeye ant içmiş gibiydiler ! Biri bir ayağıma, öteki diğer ayağıma dolanmak suretiyle eşgüdüm halinde taktiksel dövüşüyorlardı. Kabinde bulunan okul sırası, boğuşmanın etkisiyle deprem oluyormuşçasına zangır zangır titriyor, sağa sola savruluyordu. Kabinde adeta kıyamet kopuyordu...


Nihayetinde; oy pusulalarını zarfa sokabilmiş olmanın haklı gururunu yaşarken; zarfı da sandığın içine yuvarladım. Sonunda bitti, şükür ! Dedikten sonra, tam yumruğumu havaya kaldırıp galibiyet sevincinde bulunacaktım ki, birden uyandım. Telefonuma uzandığımda, vakit öğle sularına seyirtiyordu. Az önce yaşadığım hadisenin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışırken gözüm, masanın üstünde duran seçmen kağıdına ilişti. Kağıt, yeni ütülenmiş erkek okul pantolonu gibiydi; o vakte kadar kimse dokunmamıştı belli ki... Anladım ki her şey yeniden başlıyordu. Dişliğimi ve eldivenlerimi giydim ve oy vermek üzere okulun yolunu tuttum. Bu sefer iyi hazırlanmıştım. 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Marshall-Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Likidite Tuzağı Nedir

ABBASİLER DÖNEMİNDE KÜLTÜR, SANAT VE (B)İLİM