Mehdi'ye Reddiye (!)

 ''Cehaletin yaygın olduğu toplumlarda din ticareti en karlı kazançtır. Bir cahile tahakküm etmek istiyorsan batıl meseleleri dini bir kılıfa sokman yeterli.''  

-İbn Rüşd-


''Belirli İslam ülkelerinde fedakar dost veya azılı düşman aramak ve bulmak alışkanlığımız oldu ve bu durumu dış siyaset olarak isimlendirdik. Ne gerçek dost ne de hakiki düşman olmadığını anladığımız ve kendi sorunlarımız için 'düşmanın felaket planlarını' değil, kendimizi suçlu gördüğümüz zaman; daha az hayal kırıklığı, sorunların azaldığı ve olgunlaşmamızın başladığı bir dönem yaşarız.'' 

-Aliya İzzetbegovic-


"Müslüman dünyasında muhafazakâr düşüncesinin, tek olmasa da, en büyük temsilcileri şeyh ve hocaların kesimidir. Onlar, İslam'ın, 'İslam'da ruhbaniyet (soyutlanma, dünyadan el-etek çekme, izole olma) yoktur' şeklindeki açık düsturuna rağmen, kendilerini ayrı bir sınıf gibi organize ettiler ve İslam'ın yorumlanmasını tekellerine alarak kendilerini Kur'an-ı Kerim ile insanlar arasında aracı olarak konumlandırdılar. Onlar statükocu ve dogmatiktirler. Onlara göre en iyisi, her şeyi bin küsür sene öncesinde tarif edildiği gibi bırakmaktır. Statükocuların bu kaçınılmaz mantığına göre, ilahiyatçılar her yeni şeyin amansız düşmanıdırlar. Dünya gelişimi içinde ortaya çıkan yeni durumların düzenlenmesi ve Kur'an-ı Kerim'in hükümlerini hayata geçirmek amacıyla tekrar bir yapılanmaya gidilmesi, dinin bütünlüğüne yönelik saldırı olarak tanımlanmaktadır. Belki burada İslam'a karşı bir sevgi duygusu vardır, ancak bu, patolojik, gerici ve dar ufka sahip insanların sevgisidir." 

(Aliya İzzetbegovic / İslam Deklarasyonu )



Zihinlerdeki Geleneksel Mehdi Tasavvuru


Kurtarıcı Mehdi, İslam yazın dünyası ve kültüründe; eskatolojik ve apokaliptik motiflere sahip bir kişi, grup veya güç olarak bilinen ve dünyanın sonunu getirecek kozmik hadiselerin gerçekleşmesine yakın bir dönemde ortaya çıkıp tüm dünyada barış ve huzuru tesis edeceğine inanılan ilahi bir figür olarak tanınıyor ve gelişi bekleniyor. Çeşitli varsayımlardan biri, Mehdi'nin, içinde bulunduğumuz yüzyıl içinde gelmeyeceği yönünde... Bu tezi öne sürenlerden biri, kamuoyunda Cübbeli Ahmet Hoca olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü'dür.



Cübbeli Ahmet Bey'e 'Reddiye' (!)


Cübbeli Ahmet bey, geçmişte, Adnan Oktar'ın ''Mehdi/Mesih'' olduğuna yönelik iddialarına cevaben: ''Bu Yüzyılda Değil'' adında, (reddiye-eleştiri niteliği taşıyan) bir kitap yazdım, demişti, yaklaşık 2 ay önceki bir televizyon programında... Mehdi'yi (Dünyanın daha barışçıl, hümanist, mutedil-adil, insani/ahlaki izge ve prensiplerle yönetilmesinde etkili olacak güç, kuvvet, kişi veya oluşumu) bu yüzyılda beklemedikleri için, kitabın adını da: ''Bu Yüz Yılda Değil'' şeklinde belirlediklerini söylüyor. Mehdi'nin, aynı zamanda eskatolojik bir olgu ve kavram olduğunu da biliyoruz; yani, ahir zaman olarak ifade edilen; geleneksel inanışa göre ''kıyamet öncesi veya kıyamete yakın bir zaman diliminde'' ortaya çıkacağı düşünülüyor. Basit bir denklem kurduğumuzda; Cübbeli Ahmet bey, ''bu yüzyılda beklemiyoruz'' diyerek, dolaylı olarak; kıyametin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğinin bilgisine de sahip olduğunu ifade ve iddia etmiş oluyor aynı zamanda... Kur'an'ın: ''Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi Rabbimin katındadır. Rabbinden başka onun vaktini bildirecek yoktur.''

(A'râf Suresi - 187 . Ayet) İfadeleri ışığında; Cübbeli Ahmet beye bir soru: Mutlak doğru, kesin ve tartışmasız olduğunu düşündüğünüz; fakat ilahi/gaybi/saklı/gizli bir niteliği haiz bu bilgiye, (Hz. Muhammed'in bile bu konuda her hangi bir bilgisi, ifadesi, açıklaması ve iddiası bulunmuyorken) siz nasıl ulaştınız ? İkinci soru: Son dönemde; dünyada meydana gelen ve tarifi mümkün olmayan acılara istinaden; zihin dünyanızda yarattığınız; eskatolojik, fantastik, kurgu, hayal ürünü, hiçbir akli/bilimsel tarafı bulunmayan, gerçeklikten kopuk ve büyük umutlar bağladığınız söz konusu kurtarıcıya, insanlık adına bir ''reddiye'' veya düş kırıklığıyla dolu bir sitem ve serzenişte bulundunuz mu ? Bulunmayı düşünüyor musunuz ? Neyi bekliyorsun... ?! Neyi seyrediyorsun... !? Zahmet edip bizim bu taraflara da bir uğraman için daha ne kadar daha elem ve ıstırap duymamız ve acı çekmemiz gerekiyor !? Şeklindeki iç sesinizi, duygularınızı ve vicdanınızı kontrol ve zapt edemeyip bunları haykırmak istediğiniz oluyor mu ? Bu da üçüncü sorum. Kendi ifadelerini aşağıya bırakıyorum.








İstanbullu Mehdi (?)


Mehdi'nin gelişine dair öne sürülen bir diğer tez ise, kendisinin zaten yer yüzüne indiği; hatta ve hatta İstanbul'da bulunduğu, fakat henüz zuhur etmediği (yani kolları sıvayıp henüz mesaiye başlamadığı) ifade ediliyor. İstanbul'a geliş tarihinin de, yapılan ebced/cifr hesabına göre 2010 yılı olduğu belirleniyor. Yani bu teoriye göre Mehdi, 13 yıldır İstanbul'da bulunuyor; fakat henüz zuhur etmediği için, İstanbul'un hangi yakasında, onu bilemiyoruz (!)



Danimarkalı Mehdi 


Bu bilgiler ışığında, şöyle bir soru hasıl oluyor: Hangi milletten olduğu önemli değil; İsterse, Vizontele filmindeki Deli Emin karakterinin sevgilisi gibi, Danimarkalı olsun, önemli değil... Mehdi'nin görünmesi-zuhur etmesi ve artık kolları sıvayıp mesaiye başlaması için, size göre Filistin'de kaç bebeğin daha katledilmesi gerekiyor ? Ayrıca, aşağıya bırakacağım videoda, ebced hesabıyla; yani harflere çeşitli (rakamsal) manalar yüklemek suretiyle, geleceğe ve belli tarihlere dair kehanette bulunarak Mehdi'nin, 2010 yılında gelmesi gerektiği zikrediliyor. Bu ebced/cifr hesabıyla ilgili; filozof, Dücane Cündioğlu'nun, KUR'AN'I ANLAMA'NIN ANLAMI isimli kitabından bir bölüm paylaşmak istiyorum; Dücane beyin de yüksek müsaadesiyle tabi... teşekkür ediyorum.

''Nitekim Şatibi, (Kuran'ın indiği dönemdeki) Arap toplumunun (O dönem Arabının), bu tür usulleri (ebced hesabını) bilmediğini, bu işin aslının (Siyer ulemasının da eserlerinde zikrettiği üzere) yahudilere dayandığını söylemektedir. (Şatibi, 3/197) Burada, yahudi tefsir geleneğindeki adıyla 'kabbalacılık' (bizdeki adıyla hurufilik) olarak bilinen yaklaşım özellikle hatırlanmalıdır. Çünkü ebced sıralaması, esasen 'ebced, hevvez, hutti, kelemen, sa'vez, karaşed' şeklinde İbrani alfabesini temsil eder. Arapçaya has harfler, bu sisteme 'sahez' ve 'dazığ' şeklinde eklenmiştir. Bu terkibler, mesela ilki olan 'ebced', İbrani alfabesinin ilk dört harfi olan 'alef, bet, gimel, dalet' harflerinden ya da 'kelemen', sırasıyla 'kaf, lamed, mem, nun' harflerinden meydana gelmiştir ve her harfin (daha sonra Müslümanlar arasında da yaygınlaşacağı üzere) 'sayısal bir değeri' vardır. Çünkü İbranice, rakamları ifade etmek üzere özel karakterlere sahip değildir, bu nedenle de rakamları ifade etmek için bu dilde zorunlu olarak alfabenin harfleri kullanılmaktadır. Hasılı, harflere 'sayısal değerler' yüklemek suretiyle 'tarih düşürme' ve 'vakit belirleme' , İbranice ve tabiatıyla bu dilin kullanıcıları Yahudiler için zaruri bir yol olmuştur, Yahudi literatürü, sahip olduğu alfabenin bu iki yönlü işlevinden kaynaklanan ürünlerin örnekleriyle dolup taşmıştır. Ancak bu teknik işlem, Kur'an'ın ayetlerine uygulandığında, ayetlerin ve bilhassa huruf-ı mukattaa'nın manası bu tür işlemlerle keyfi bir surette tayin edilmek istenmiştir. Oysa Şatibi, Kur'an'ın nazil olduğu dönemde Arapların bu tür usülleri bilmediklerini söylemekte ve ebced hesaplarının Yahudilere dayandığını açıkça belirtmektedir.'' (Kaynak: Dücane Cündioğlu / KUR'AN'I ANLAMA'NIN ANLAMI / S. 60-61)








Uydurulmuş Hadisler Üzerine


Uydurulmuş bir takım hadislerin, ortaya çıkışı ve nedenleri üzerine, akademik bir çalışmadan önemli bulduğum bölümleri olduğu gibi aktarıyorum:

''Hadis uydurma hareketinin, Hicri 41 yılında, Ali b. Ebi Talib zamanında başladığı öne sürülmektedir. Abdulkerim b. Ebil-Avca(ö.155/772), Halife Mansur zamanında yakalanıp idam edileceğini anladığında, suçunu itiraf ettiği, 'Haramı helal, helali de haram yapan 4.000 hadis uydurdum' dediği bildirilmektedir.

Hadis uydurma işinin en fazla siyasi nedenlerle,siyasi çekişmelerin doğurduğu kimi fırkalar eliyle yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Şii-Emevi rekabeti, bilahare, Emevi-Abbasi çekişmesi, Şii-Abbasi zıtlaşması, yığınlarca mevzu hadisin üretimine neden teşkil etmiştir.

Ahmed Emin'in, hadis külliyatını bir piramide benzeten örneği ne kadar öğreticidir: Piramidin tepesi, Rasulullah (s.a) dönemini temsil ediyor. Tabanı ise, -hadis uydurmanın zirveye ulaştığı- sonraki dönemleri. Piramit gittikçe genişliyor, hacmi artıyor. Halbuki bunun tam tersi doğru olabilirdi. Yani, sahabe neslinden sonraki nesillere gelindikçe, hadislerin sayısında bir azalma olması mantıklı olurdu.

Çünkü ashab, -tanımı gereği zorunlu olarak- Rasullah'ı en iyi bilen, en iyi tanıyan, İslam'ın, onun ağzından çıkan yorumuna, onun sergilediği pratiğe en iyi vakıf olan kimselerdi. Sahabe sayısı azaldıkça, hadis bilenlerin sayısı da doğal olarak azalmalıydı. Vakıa ise bunun tam tersidir.

Arab olmayan Müslümanlara 'Mevali' denmekteydi. Farklı etnik, kültürel ve dini kökene mensup bu insanlar, çok uzun bir geçmişi simgeleyen inanç ve kültürlerinden kolayca vazgeçmediler. Mirasçı oldukları eski dinlerin ve kültürlerin muhtevalarını, yeni dinin (İslam) anlayış ve yorumlanışında referans olarak kullandılar.

Mehdi hadislerini uzun uzadıya tedkik eden İbn Haldun, hadislerin hiçbirini itimada şayan bulmamaktadır.

Bağdad Üniversitesi öğretim üyesi, Muhsin Abdülhamid, Mehdi fikrinin esasen Hristiyanlık ve bilhassa Yahudilik'ten (İbn Sebe eliyle) İslam'a geçmiş bir inanç olduğu tesbitinden sonra, çelişkilerle dolu Mehdi hadislerinin uydurma oldukları hususunda kesin bir kanaat belirtmektedir.''

(Kaynak: Mitolojik Kurtarıcı Mehdi / Mehmet Ali Durmuş / İşaret Yayınları)


Ayrıca Bkz: 

https://millidusunce.com/misak/mehdilik-tipolojileri/





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Marshall-Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Likidite Tuzağı Nedir

ABBASİLER DÖNEMİNDE KÜLTÜR, SANAT VE (B)İLİM