Farabi ve İbn Miskeveyh'te Tanrı (İlk Neden), Madde ve Canlılığın Oluşumu...




 Herkese selam. Uzun süredir ihmal etmiş olduğum blog yazılarıma, dinler tarihi temalı bir içerik ve yazıyla tekrar start vermeyi düşünüyordum. Yazı, Kur'an'da geçmekte olan ''Zülkarneyn'' kıssası ve kendisinin tarihsel kimliği hakkında olacaktı; fakat o konuya dair okumalarımı henüz bitirememiş olmam ve araya daha leziz bir mesele ve konunun girmiş olması, dikkatimin bu tarafa -daha çok- yönelmesine neden oldu. Bu yazıda kaleme almak istediğim konu, yaklaşık 1000 sene önce yaşamış bazı İslam filozoflarının Tanrı'ya, varlık alemine, maddeye ve canlılığın meydana geliş süreçlerine dair yaptıkları ilgi çekici ve ufuk açıcı yorumları üzerine olacak. 


Faydalanacağım temel kaynaklar, Farabi'nin 10.yy'da kaleme aldığı ''İdeal Devlet'' kitabı ve Farabi'den yaklaşık bir yüzyıl sonra yaşamış olan İbn Miskeveyh'in, ''Tanrı-Nefs-Nübüvvet'' isimli kitabı olacak. Bu isimler, yukarıda da ifade ettiğimiz üzere ''filozof'' olarak tanımlanıyor ve tarif ediliyor. Bu yazının, aynı zamanda bilgiye aç, cevap değil soruları olan ve kafası karışık meraklı miniklere, çocuk ve gençlere yönelik de olmasını istediğimden, öğrendiklerimi ve bildiklerimi basit bir şekilde anlatmayı düşünüyor ve planlıyorum. Dolayısıyla, öncesinde, filozof kelimesinin ne demek olduğuna dair küçük bir parantez açmakta yarar görüyorum. 


Filozof, aslında düşünsel/zihinsel/akli faaliyetlerde bulunan demektir. ''Felsefecidir'' de diyebiliriz. Felsefenin de -kabaca- bilgelik sevgisi (Philosophia) olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bir filozof, bilgelik yolunda; Farabi'nin ifadesi ile ''bilfiil akla (bedensel ve maddi unsurlardan arınıp salt akıl olma hali) ve bilfiil akılsal'' olana ulaşmak için zihinsel faaliyetlerde bulunan kişidir. Mutluluğa ve erdemli bir hayata kavuşmanın ve ulaşmanın yolunun ''bilfiil akıl'' olmaktan geçtiğini söyleyen Farabi, bu hedefin, insanoğlunun benimsemesi ve gerçekleştirmesi gereken yegane ulvi bir amaç ve ödev olduğunu söyler. 


''Biz, madde ile karışmış bir durumdayız. Maddenin kendisi de, bizim İlk Tözden (Tanrısal olandan) uzak oluşumuzun nedenidir. Bundan ötürü, tözlerimiz (özümüz) ona ne kadar yakın olursa, onun hakkındaki tasavvurumuz da zorunlu olarak o nispette daha kesin ve daha doğru olacaktır. Çünkü biz maddeden ne kadar sıyrılırsak, İlk Töz'e ilişkin tasavvurumuz o kadar tam olacaktır. O'na daha yakın olmamız ise, ancak bilfiil akıl olmamız sayesinde mümkündür. Maddeden tamamen sıyrıldığımız zaman, zihinlerimizde İlk Olan'a ait kavrayışımız tam olacaktır.''  (Farabi/İdeal Devlet/S.18/Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)


İslam filozoflarının eserlerine, bunların içeriğine ve neler söylediklerine bakıldığında, Yunan bilimsel yazın dünyasının etkilerini görmek mümkün. Özellikle Platon ve Aristo'nun; Sonrasında, Yeni-Platonculuk veya Plotinusçuluk olarak da ifade edilen düşünce sistemi, akımı ve okullarının etkisi büyük. Fakat; İslam'ın altın çağı olarak da ifade edilen dönemde yaşamış; Farabi ve İbn Miskeveyh gibi isimlerin ve diğerlerinin, Batı'nın ve hatta Uzak Doğu'nun da insanlığa bırakmış olduğu bu bilimsel miras ve külliyata kayıtsız kalmayıp kendi topraklarında bu akademik birikimi işleyerek; zenginleştirmek ve daha da ileriye taşımak suretiyle özgün ve orijinal ürünler ortaya koyabilmiş ve bilim dünyasına katkılar sunabilmiş dev isimler olduğunu da bilmek gerekir.  



Farabi'nin Tanrı Tasavvuru (İlk Var Olan Hakkında):



Farabi'ye göre Tanrı, ''İlk Var Olan'' dır; Bütün diğer var olanların varlığının ilk nedenidir. Kendisinden başka diğer varlıklarda eksiklik (nakıs-araz) veya noksanlığın bulunması zorunluyken; İlk Var Olan, bu eksikliklerden münezzeh, uzak ve arıdır. ''İlk'', tüm eksikliklerden uzak ve arı olduğundan, onun varlığı en üstün varlıktır ve diğer varlıklardan önce gelir. Ezeli ve ebedidir. İlk Neden'in sürekliliği; ezeli ve ebediliği konusunda ayrıca bakınız: (Heraklitos'un, ''logos'' kavramı ve ''ateş metaforu'') Farabi, "İlk Neden" tanımına ve tasvirine şöyle devam ediyor:


''O'nun varlığı, her türlü madde veya nesne olma durumlarından bağımsızdır. O'nun sureti (biçim, görünüş) de yoktur; çünkü suret ancak maddede olabilir. Eğer O'nun sureti olsaydı, özünün madde ve suretten meydana gelmesi gerekirdi. Eğer böyle olsaydı, bu iki parçasından her biri (maddi formu ve sureti) O'nun bütününün varlığının nedeni olurdu. Bu durumda O, meydana geldiği iki parçanın (maddi formunun ve görüntüsünün/biçiminin) bir bağıntısı, ilişiği ve uzantısı olurdu ve varlığının bir nedeni olmuş olurdu. Oysa biz O'nun, ilk neden olduğunu kabul etmiş bulunuyoruz.''


Farabi'ye göre İlk Var Olan'ın bir amacı, gayesi, hedefi veya emeli olamaz. Eğer olsaydı, amacı ve hedefleri için varlık kazanmış olur ve emelleri, O'nun varoluş sebebi haline gelmiş olurdu ve dolayısıyla ilk neden olamazdı. İslam kültüründe; insanoğlunun varoluş veya yaratılış nedeni konusunda; Rahman'ın (Allah'ın) veya Farabi'nin ifadesiyle Töz'ün (İlk Neden'in) ''bilinmek için'' insanoğlunu/varlık alemini yarattığı yönündeki geleneksel ve klasik söylemi zaman zaman duyuyor ve okuyoruz. Bu klasik söylem ve olguya dair Farabi'nin düşünceleri ise şöyledir: 


''O, bilmek için, bilgisi sayesinde mükemmellik kazanacağı, kendisinden başka bir öze muhtaç olmadığı gibi, bilinmek için de kendisini bilecek bir başka öze ihtiyaç duymaz. Tersine, bilmesi ve bilinmesi için tözü yeter. Özünün bilgisi ise tözünden başka bir şey değildir. O halde, O'nun bilmesi, bilinmesi ve bilgi (İlm) olması, tek bir öz ve tek bir töze işaret eder.''


Bilinmek, tanınmak, amaç, gaye ve hedef edinmek gibi tutku ve duyguların, antropomorfik (insana dair) cismi, cismani ve maddi olgu ve özellikler olması; maddi ve cismi olanın aynı zamanda noksan ve eksiklik ile kaim olması (bunları içerisinde barındırması), Töz'ün (İlk Neden'in) her türlü eksiklikten münezzeh, arı ve uzak olması, Farabi'nin, yukarıdaki paragrafta bulunan ifadelerine dayanak oluşturmuş olabilir. İnsanoğlunun İlk Neden'i (İlk Akıl veya İl Diri'yi) zihninde bir yere oturtamamasındaki/O'nu idrak edememesindeki zorluğun nedenlerine de değinen Farabi, bu durumu da şöyle açıklıyor:


''O'nu düşünmemizdeki eksikliğin nedeni, O'nun bizzat kendisinde herhangi bir noksanın olması değildir. O'nu kavrayışımızdaki zorluk, O'nun varlığının kendisinin kavranmasının zorluğundan ileri gelmez. Bizim kavrayış kuvvetimizin O'nu tasavvur etmekteki zayıflığından ileri gelir. Zihinlerimiz zayıf ve bu şeyin tözünden uzak olduğu için O'nu tam ve varlığının mükemmelliği içinde tasavvur etmek imkansızdır. Bu iki şeyden biri (Töz) en yüksek mükemmellik, diğeri ise (cismani olan/İnsan) en tam bir eksiklik noktasında bulunduklarından, tam bir karşıtlık durumundadırlar.''



Töz'den Taşmak Suretiyle (Sudur Teorisi) Varlığın/Maddenin Oluşumu Hakkında:



Farabi'ye göre var olan her şey, O'ndan (İlk Neden'den) meydana gelmiş ve varlık kazanmıştır:

''O'ndan varlığa gelen şeyin varlığı, ancak varlığını bir başka şeyin varlığına borçlu olan bir taşma sonucudur ve O'ndan (İlk Neden) başka olan herhangi bir şeyin varlığı, O'nun kendi varlığından çıkar (Sudur). Bu bakımdan, O'ndan varlığa gelen şeyin varlığı, hiçbir şekilde O'nun (İlk Neden) maksadı (varoluş amacı) değildir.''



Var Olanların Dereceleri Hakkında:


Farabi, varlık aleminin unsurlarının (Buna insanoğlu da dahil) kendi içerisinde derece, üstünlük ve mükemmellik bakımından da sınıflara ayrıldığını söyler:

''İlk Var Olan'ın tözü, ister mükemmel, ister kusurlu olsunlar, var olan her varlığın kendisinden taştığı bir tözdür.'' (O'ndan taşan varlıkların kimisi daha üstün ve daha mükemmel iken, kimisi ise eksik ve kusurlu olarak varlığa gelir.) Ve şöyle devam ediyor Farabi: ''O'nun tözü öyle bir tözdür ki, var olan bütün şeyler, kendisinden taştıklarında hiyerarşik bir sıra içinde varlığa gelirler ve her var olan, kendisine varlıktan ayrılan paya ve İlk Olan'a yakınlık derecesine göre varlığa gelir. Bu sıra, varlık bakımından, en mükemmel olandan başlar; onun arkasından kendisinden biraz daha az mükemmel olan şey gelir; onu gittikçe daha kusurlu olan varlıklar takip eder.''



İkinci Var Olanlar ve Bir'den Çok'un Taşması Hakkında:


Bu bölümde Farabi, varlıkların varlığa gelişinin, 11 aşamadan oluşan bir süreç içerisinde; Zorunlu Varlık'tan (İlk Neden) sonra varlığa gelen her bir varlığın, kendisinden önce varlık kazanmış olan varlıktan taşmasıyla teşekkül bulduğunu ifade ediyor:


''İlk Var Olan'dan İkinci Var Olan'ın varlığı taşar. Bu İkinci Var Olan da, hiçbir şekilde cisimsel olmayan bir tözdür ve madde değildir. O (ikinci Var Olan), hem kendi özünü hem de İlk Var Olan'ı düşünür. İlk Var Olan'ı düşünmesinden dolayı, kendinden zorunlu olarak Üçüncü bir Var Olan çıkar. Kendine has olan özünde tözleşmesinin sonucu olarak, O'ndan zorunlu şekilde İlk Gök'ün varlığı çıkar. Üçüncü Var Olan'ın varlığı da madde değildir; O, tözü itibarıyla akıldır. (Farabi burada, üçüncü derece varlık kategorisinde bulunan varlık türünün, 'salt akıl' olduğunu söylüyor.) O da (Üçüncü Varlık), hem kendi özünü hem de İlk Var Olan'ı düşünür. Kendine has olan özünde tözleşmesinin sonucu olarak kendisinden zorunlu olarak sabit yıldızlar küresinin varlığı çıkar. (Sabit Yıldızlar Küresi ifadesi ile Farabi'nin, Güneş Sistemi'nin ve içindeki gezegenlerin oluşmaya başladığı aşamayı kastettiği, sonraki ifadelerinden anlaşılmaktadır.) 


Bu sistematik ve hiyerarşik varoluş süreçleri ve aşamalarında, dördüncü varlık derecesi ve düzeyine gelindiğinde, Farabi, bu varlık türünün de madde olmadığını ve önceki varlıklar gibi O'nun, kendi özünü ve İlk Var Olan'ı düşünmesinden ötürü, ondan zorunlu olarak Zuhal (Satürn) küresinin/gezegeninin oluştuğunu ve varlık kazandığını dile getiriyor. Burada bir konuya açıklık getirmek gerekiyor: Farabi, varlık kazanmış olup aynı zamanda maddi bir niteliği ve özelliği olmayan varlıkların meydana geldiğini ve bu maddi olmayan varlıkların da, sonraki aşamada maddi nitelikleri haiz bir varlığı oluşturduğunu söylüyor. Farabi'nin, kendisinden sonraki maddi varlığın oluşmasını sağlayan ''maddi olmayan varlık'' ile neyi kastettiği, kendi zihin dünyamda biraz müphem/belirsiz kalmakta. Modern bilimin ve özelinde astronominin ve fiziğin rehberliğinde, Farabi'nin, ''maddi olmayan nedenlerin'' örneğin, Satürn gezegeninin oluşmasına imkan verdiği yönündeki ifadelerini tekrar masaya yatırıp irdelediğimizde, Farabi'nin bu ifadelerini anlamak ve bir yere oturtmak, biraz daha güçleşiyor. 


Bu varoluş silsilesi, düzeni ve sistematiği ile Güneş Sistemi'ne ait diğer gezegenler, Güneş'in kendisi ve Dünya'nın uydusu, Ay da oluştuktan sonra; nihayetinde ve Farabi'nin de ''11.varlık'' adını verdiği varlık türü meydana gelir:

 ''On birinci var olanın varlığı da maddede (maddi) değildir. O, kendi özünü ve İlk Var Olan'ı düşünür. Ancak onunla herhangi bir maddeye ve nesneye ihtiyacı olmayan varlık türü, yani tözleri itibarıyla akıllar ve akılsallar olan -maddeden ayrı- üstün varlıklar sona erer. Ay küresi ile de göksel cisimler, yani tabiatları gereği dairesel hareketler yapan cisimler sona erer.''


Farabi'ye göre varlık türleri, Dünya'nın oluşumuna kadar, soyut/akli/akılsal/Tanrısal ve göksel bir nitelik taşımakta. Farabi bu durumu, aynı zamanda ''Ay altı ve Ay üstü'' alem olarak ifade etmekte. Farabi'ye göre Ay üstü alem, Tanrısal ve göksel varlıkların oluşturduğu; aynı zamanda derece, üstünlük ve mükemmellik bakımından da üstün varlıkların olduğu bir alem iken; Ay altı alem ise, Dünya hayatını da içinde barındıran, dünyevi, cisimsel, maddi unsur ve varlıklardan teşekkül bir yapıdadır. Antik dönem Yunan filozoflardan, Parmenides ve sonrasında Platon'da bu olgu, ''İdealar Kuramı'' olarak karşımıza çıkmakta. Onlar da idealar alemi (Tanrısal alem) ve Nesneler alemi (maddi alem) olarak varlık alemini ikiye ayırmıştı.



Dünyadaki Cisimler ve Varlıklar Hakkında:


Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Farabi'ye göre varlık alemi iki türlüdür; birincisi Ay Üstü Alem iken, ikincisi ise, Ay Altı Alem'dir. Farabi'nin sisteminde ve zihin dünyasında, Ay üstü alemde bulunan varlıkların Tanrısal, akılsal ve göksel nitelikler taşıdığını; Ay altı alemde bulunan varlıkların ise maddi ve cisimsel özellikler taşıdığını yukarıda belirtmiştik. Farabi'ye göre; Ay üstü alemde bulunan varlıklar arasındaki hiyerarşi, var oluş sırası, düzeni ve üstünlük dereceleri, en mükemmel olandan (İlk Neden'den) en az mükemmel olana doğru gitmekteyken; bu durum, Ay altı alem olan dünyevi/maddi alemde tam tersi olarak vuku bulmakta ve işlemektedir:


''Göksel niteliğe sahip varlıklardan sonra gelen varlıklar, tözlerinde en üstün mükemmelliğe baştan beri tabiatları gereği sahip olmayanlardır. Tersine, onlar (Ay altı alemde bulunanlar), öyle bir tabiata sahiptirler ki, başlangıçta varlıkları en kusurlu tarzdadır. Onlar bu varlıktan başlarlar ve onların her bir türü ve tözü, daha sonra diğer arazları bakımından en üstün mükemmelliğe erişinceye kadar adım adım yukarıya doğru giderler.''


Ay altı alemde (nesneler aleminde) bulunan varlık ve cisimlerin özü, arketipi ve heyulası, Farabi'nin ''unsurlar'' (Eski Yunancada Ustukus, Asıl Öğe, Element) olarak ifade ettiği dört temel elementtir; ateş, su, hava ve toprak... Bu temel elementlerden ve bunlarla aynı özelliklere sahip alev, buhar ve benzeri şeylerden taşlar, madeni cisimler, bitkiler, zihinsel becerilere sahip olmayan hayvanlar ve nihayetinde zihinsel yeti ve becerilere sahip hayvanlar meydana gelmiştir. Farabi'ye göre; Ay altı alemde; zihinsel becerilere (dil ve düşünce becerilerine) sahip hayvanlardan daha üstün bir varlık grubu yoktur. Farabi, maddi alemde bulunan varlıklar arasında mükemmellik derecesi bakımından sıralama yaparken, insanoğlundan ayrıca ve özel olarak bahsetmez veya şöyle diyelim: onu (insanı) dil ve düşünce meziyet ve becerilerine sahip hayvanlar sınıfında değerlendirir. Bir doğa bilimi olan biyolojide de, insanoğlunun hayvanlar sınıfında ele alındığını ve incelendiğini biliyoruz.


''Ay altı alemde bulunan varlıkların düzeni şöyledir: önce onların en az değerlisi gelir. Sonra kendisinden daha üstün bir varlığın olmadığı en üstün varlığa ulaşıncaya kadar daha az üstün olandan daha üstün olana doğru gidilir. Onların (maddi unsurların) en az değerlisi, ortak ilk maddedir. Unsurlar (dört temel element) bu ilk maddeden daha değerlidir. Onları sırasıyla madeni cisimler, bitkiler, dil ve düşünceye sahip olmayan hayvanlar ve sonunda dil ve düşünceye sahip olan hayvanlar takip eder. Dil ve düşünceye sahip hayvanın üstünde, ondan daha üstün bir varlık yoktur.'' 


Evet, sevgili dostlar... Yazımızda şuana kadar daha çok Farabi'nin düşünce ve duygu dünyasından faydalandık. Kullandığım kaynağın konumuzla ilgili bölümünün de sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bu filozofların polimat (çok yönlü) olduğunu ve multidisipliner akademik/bilimsel çalışmalarda bulunduğunu ifade etmek gerekir. Yukarıda ele aldığımız düşünceleri, Farabi'nin sadece ilahiyat, metafizik ve biyoloji alanında söyledikleridir. Fakat bu insanların fikir, düşünce, yazın dünyası ve ilgi alanları bunlarla sınırlı da değildir. Tıp, sanat ve siyaset gibi diğer birçok alanda da yazıp-çizmiş ve kafa patlatmış büyük isimler olduklarını hatırlamak gerekir. Örneğin, tavus kuşunun yumurtasının ince kabuklu ve kolay bozulabilen bir yapıda olduğunu da biliyorlar; diğer taraftan astronomi, fizik, geometri, matematik, sanat, estetik ve müzik hakkında da söz ve bilgi sahibiler. 


Bu insanların duygu dünyasını, günümüzün İslam aleminin içler acısı, kaygı veren, geleceğe ve umutlarımıza dair bizleri kara kara düşündüren; derin bir acı, keder, ıstırab ve hüzne gark eden; gözlerimizin dolmasına, depresif ve ağlamaklı bir duygu-durumda olmamıza neden olan haliyle karşılaştırdığımızda; ahlanıp vahlanmamak, yaşlı teyzelerin, üzüldüğünde göğüslerini ve yüreklerini yumrukladığı ve parçaladığı gibi dövünmemek, feryat-figan ve feveran etmemek mümkün değil, sevgili dostlar...




İbn Miskeveyh'te; Alemdeki Mevcutların (Varlıkların) Mertebeleri ve Birbirleriyle Olan İlişkileri:


Farabi'deki Ay üstü alem ve Ay altı alem kavramları, İbn Miskeveyh'te oluş-bozuluş alemi (Ay altı alem) ve oluş-bozuluşun olmadığı; içinde yıldız, felek (gezegen) ve semanın (fizik ve fizik ötesi alem) bulunduğu alem (Ay üstü alem) olarak karışımıza çıkıyor. İbn Miskeveyh'e göre, dünyadaki canlılığın oluşumunu başlatan faktörlerin, Farabi'de de olduğu gibi unsurlar; yani temel elementler olduğunu görüyoruz:


''İlk unsurların karışması ile birlikte, alemimizde ortaya çıkan ilk etki, bitkilerdeki nefs (canlılık) hareketidir. Bitkiler, hareket ve beslenme özelliği ile cansızlardan ayrılır. Bitkilerin bu özelliğinin bir çok hedefi vardır ve bu özellik, bitkilerde sayılamayacak kadar çok ve farklı mertebelerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.'' (İbn Miskeveyh/Tanrı-Nefs-Nübüvvet/S.116/Endülüs Kitap)


Bitkiler alemindeki varlıkları mertebelere ayıran İbn Miskeveyh, ot türü bitkileri ilk mertebedeki varlıklar olarak tarif eder. Bu tür bitkilerin, kendi türünü devam ettirmek için tohuma gerek duymayan yarı canlı yarı cansız varlıklar olduğunu belirtir. Bitkiler aleminde; yarı canlı yarı cansız ve tohumsuz bir yapıya sahip ot türü varlıkla başlayan tekamül ve gelişim süreci, tohumlu bitkilere ve oradan da ağaca kadar gelir. Bu süreç, ağaçlara çeşitli donanım ve özellikler kazandırmış; onların gövde ve yapraklara; türünün devamlılığı için meyvelere; ve kendilerini koruyabilmeleri için sert/kabuksu maddelere sahip olmalarını sağlamıştır.


Bitkiler alemini üç sınıfa ve mertebeye ayıran İbn Miskeveyh, ağaçların bu mertebeler arasından ikinci mertebede (orta mertebe) bulunduğunu belirtir. Devam eden bu tekamül süreci içerisinde, toprağının işlenmesine ve sulanmaya ihtiyaç duymayan zeytin, nar, ayva, elma, incir, üzüm ve benzeri ağaç türleri meydana gelir. Sonrasında ise bu süreç, asma ve hurma ağaçlarına kadar gider. İbn Miskeveyh'e göre, asma ve hurma ağaçlarının da oluşmasıyla, bitkiler alemindeki değişim, dönüşüm ve gelişim süreci tamamlanmış olur. Bu aşamayı kendisi şöyle ifade ediyor:


''Burada (bu aşamada) bitki öyle bir hale gelir ki, hikmetin (arketip-heyula) etkisini daha fazla alacak olsa, onda bitki olmaktan eser kalmaz ve hayvan formunu almaya başlar. Mesela hurma bitkisinin diğer bitkilere göre elde ettiği değer sonucunda (hurma) pek çok yönden hayvana benzemiştir. Dolayısıyla hurmada döllenmenin gerçekleşmesi için tozaklamaya ihtiyaç vardır. Bu olay, hayvan türündeki çiftleşmeye benzer. Aynı zamanda hurma, gövde ve köklerin dışında özelliklere de sahiptir. Hurmada, tıpkı hayvandaki beyin gibi bir öz vardır. Söz konusu öz hasta olursa, hurma da kurur. Diğer bitkilerde bu özellik bulunmaz, çünkü diğer bitkilerin sadece bir ilkesi vardır ki, o da toprağa bağlı olan kökleridir.''


İlginçtir ki; Kapçık denilen hurma tohumunun kokusunun, hayvanlardaki sperm hücresinin kokusuna yakın bir kokuya sahip olduğunu ifade eden İbn Miskeveyh, bitki türleri arasında hayvan mertebesi eşiğine ulaşmış bitkinin de hurma olduğunu söylüyor. Bu mertebe, İbn Miskeveyh'e göre bitkiler aleminin son mertebesi, hayvanlar aleminin ise ilk mertebesidir; yani, canlılığın oluşum aşamalarında, bitkiler aleminden hayvanlar alemine geçişin başladığı nokta/eşik...


Hayvanlar alemindeki ilk mertebeyi oluşturan canlı grubunun duyuları zayıf ve gelişmemiştir. Bu mertebede sadece tek bir duyu ortaya çıkar ki o da dokunma duyusudur. İbn Miskeveyh, bu tür hayvanlara örnek olarak, nehir kenarlarında ve sığ denizlerde bulunan istiridye ve salyangoz türü canlıları gösterir. Ayrıca, bu hayvanların, kendilerine yaklaşıp dokunulduğunda, bunu bir tehdit olarak hissettiklerini de ilave ediyor. Fakat dokunmak gibi tek bir duyuya ve yetiye sahip olduklarından, tehdit karşısında savunma mekanizması olarak yapabildikleri tek şey, bulundukları yere sıkıca tutunmak veya yapışmaktır.


Zamanla, duyuların ve canlılığın gelişmesi ile, hareket ve manevra kabiliyeti olan hayvan türleri ortaya çıktı; kurtçuk, böcek ve kelebek gibi... İbn Miskeveyh, bu hayvanların iki duyuya sahip olduğunu ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket de edebildiklerini belirtiyor. Sonrasında ise dört duyuya sahip köstebek gibi canlılar oluşuyor. Sonrasında zayıf görme duyusuna sahip bal arısı, karınca ve petek gözlü hayvanlar da oluştuktan sonra, nihayetinde beş duyuya sahip hayvan grubuna ulaşılıyor. Bu beş duyuya sahip hayvanlar arasında da seviye farkının bulunduğunu ifade eden İbn Miskeveyh, at ve atmaca gibi bazı hayvanların idrak potansiyellerinin iyi durumda olmasından dolayı onların eğitilebilir olduğunu söylüyor. Bu hayvanların ayırt etme becerisine sahip olduklarını da ayrıca belirtiyor.


İbn Miskeveyh'e göre, hayvanlar aleminin son mertebesi, insanlık serüveni ve tarihinin de başladığı ilk mertebedir. İnsanlık için ilk mertebe olarak ifade edilen dönem, aslında, insanlığın değil, insansı (hominid) canlı gruplarını içine alan ve kapsayan bir zaman dilimi olduğunu, yine İbn Miskeveyh kendisi söylüyor.


''Söz konusu mertebe (insanlığın ilk aşaması) değerli olmasına rağmen yine de insan mertebesinden uzak, bayağı ve aşağıdır. Maymun ve benzerleri, insanlığa yakın sayılan bu mertebede bulunur. Bu iki tür arasındaki fark çok azdır. Eğer maymun mertebesinde bulunan, bu sınırı aşarsa insan olur. İnsanlık mertebesine ulaşıldığında ise iki ayağının üzerine kalkar ve hala hayvan mertebesine yakın olması sebebi ile onda zayıf bir idrak gücü meydana gelir. Bu mertebede bulunan eğitim almak için en verimli dönemindedir. Bundan sonra nefsin (canlılığın) tesiri güçlendikçe kavrama ve idrak etme güçleri sayesinde eğitimi de kabul eder.''



SONUÇ:


Farabi'nin Ay altı aleminde; İbn Miskeveyh'in ise, oluş ve bozuluş aleminde; yani maddi olan dünyevi alemde bulunan varlıklar için işleyen bu gelişim ve tekamül sürecinin ve serüveninin son ayağı, mertebesi, safhası ve aşaması, Farabi'ye göre ''bilfiil'' akıl olmak... iken; İbn Miskeveyh'e göre ise, yine aynı şekilde zihinsel anlamda optimum ve ideal düzeye gelebilmiş ve ulaşabilmiş olmaktır. Bu mertebeye ulaşmış bir kimse, İbn Miskeveyh'e göre zekanın, idrakin, kavrayışın, sanatlara olan kabiliyetin, ilimlerde derinleşmenin ve kültürde zenginleşmenin en mükemmel kıvama geldiğine tanıklık eder. Ona göre bu mertebeye ulaşmış bir kimse, kendi mertebesinin (insanlık mertebesinin) sonuna ulaşmış, artık yeni kapılar aralamış vaziyettedir. 




Kaynakça:


Farabi / İdeal Devlet / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İbn Miskeveyh / Tanrı-Nefs-Nübüvvet / Endülüs Kitap
















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Marshall-Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Likidite Tuzağı Nedir

ABBASİLER DÖNEMİNDE KÜLTÜR, SANAT VE (B)İLİM